dokuzuncu hariciye koğuşu'nda vardı kadavralı bi yer ama buna benzemiyordu galiba.
"Masalardan birine yaklaştık. Doktor örtülerden birini kaldırdı.
Bir ölü. Çırçıplak, sapsarı, upuzun bir vücut. Sivri yerleri morarmış,
kaburgaları siyahlanarak fırlamış. Adaleler düşük. Kollar ve bacaklar incelmiş.
Bir bacağı uzamış, öteki hafifçe yana kıvrık ve dizi yukarı kalkık. Başı yana
dönük ve masanın kenarına doğru biraz kaymış. Ucu sivri ve etrafı mor bir daire
ile çevrili burun uzamış, şakakları çökmüş ve traşı gelmiş. Alnı çok buruşuk.
Yüzünde de şiddetli nefret ve azap: Hâlâ yaşıyormuş gibi, işkence çekiyormuş
gibi, hâlâ içinde büyük duygular varmış gibi.
Gözlerim öteki masalara gitti. Her örtünün altında böyle bir tane var.
Doktor: "Bu taze bir kadavra, yeni gelmiş." dedi. "Taze" ve "Kadavra"
kelimelerinin garip tezadı beni ürpertti.
Doktor anlatıyordu:
- Bu zavallı, dünyada hiçbir şeyleri olmayan insanlardan... Bunların öldükten
sonra bir mezarları bile yoktur. Fakat, bu, teşrih için iyi bir kadavra. Tepeden
tırnağa kadar adaleleri sayılıyor. Hem yağsız, yavan bir ceset, teşrih bıçağını
yormaz.
Ve doktor birçok fennî tafsilât veriyor.
Artık onu dinleyemez oldum. Bir iki ay evvel okuduğum "Hamlet"in mezarlık
sahnesini hatırladım."
goo.gl